Olacak O Kadar ve Plastip Show

on 26 Şubat 2009 Perşembe

Televizyon izlediğim bir günde kanallar arasında geziniyordum.Gez gez gez yararlı bir şey yok derken birden fox tv de durdum.Bir baktım ki Levent Kırca.Bir baktım ki "Olacak O Kadarın" yıllar önceki görüntüleri.En azından onüç ondört yıllık görüntüler.Bir an için değiştiremedim de.İzleyelim bakalım dedim yıllar önce gündemde neler varmış.Nelerle dalga geçiryormuş,nerelere kimlere gönderme yapıyormuş Leven Kırca.Kısa güldürülerini keyifle izledim.Fark ettim ki aradan yıllar geçmesine rağmen güldürülerinin hala güncel olması hayret vericiydi.
Bu olay üzücü ve bir o kadar da düşündürücüydü.O zamandan bu zamana ülkede ne bir gelişme var ne de bir ilerleme.Hiçbir değişim yok.Değişen tek şey "Olacak O Kadar" gibi eleştirel güldürü gösterilerinin artık günümüzde olmamasıydı.

Birden geçmişe yolculuk yaptım ve o zamanlar "Olacak O Kadar" tarzında neler vardı diye.İlk aklıma gelen "Plastip Show" oldu.Reha Muhtar döneminden önce Show Tv de haberlerden sonra yayınlanan ve sıkı espirileri olan kısa güldürü gösterisiydi.Ne günlerdi o günler. ;) Kuklalarla siyasetçilerin,topçuların,popçuların taklitleri yapılırdı.En çok da siyasetçiler taklit edilirdi.En çok da onlara gülerdim.Bir Süleyman Demirel taklidi,bir Tansu Çiller taklidi.... :D
Geçmişe özlem duymamak elde değil.

Bu nedenle "özlenenler" diye bir bölüm açmaya karar verdim.Kıyada köşede kalmış ya da unutulmaya yüz tutmuş şeyleri özlenenler köşesinde ele alacağım.Bir sonraki özlenenler yazısında görüşmek üzere.

Bir blogun doğuşu!

on 19 Şubat 2009 Perşembe


Aslında bloglamaya başlarken ilk bu yazıyı yazmam gerekirdi.Her şeyin bir başlangıcı vardır ve her şeyin bir nedeni vardır.Bu blogun da bir hikayesi var.Sağ üst köşede hakkımda bölümünde kısaca açıkladım.Evet o gün canım sıkılmasaydı belki bu blog ortaya çıkmaycaktı....Buyrun hikayeye ;)

Canım sıkılıyor,canım sıkılıyor,canım sıkılıyor.Her şey anlamsız geliyor.İçimde garip bir duygu.Hani hayatta hiç bir şeyden tat alamazsınız ya işte öyle bir şey.Önüme dünyayı serseler umrumda değil.Arkadaşım soruyor :"Noldu? Bir şey mi var? Ben mi bir şey yaptım?"
"Hayır birşey yok.Sadece canım sıkılıyor."Öyle amaçsızca canımın neden sıkıldığını bulmaya çalışıyorum.Fakat bir türlü sebebini bulamıyorum.Canımın sıkıldığını düşündükçe sıkıntım iyice artıyor."Offf canım çok sıkılıyor!"
Eve geliyorum sıkıntım hala geçmedi.Kendimi oyalamak için birşeyler yapıyorum.Tv seyrediyorum.Yok o da olmadı.Sıkılıyorum işte.En iyisi mi bilgisayarın başına geçeyim.Ne yapayım ne yapayım.Bilgisayarda da yapacak bir şey yok.Dur bakalım google amcaya sorayım "can sıkıntısı nasıl geçer?"google amcam hemen cevap verdi ve şapkadan tavşan (beyaz tavşan)çıkardı.Ne yapalım canımız sıkılıyor okuyalım bari.
"Hmmm adam güzel yazmış.Çok haklı.Yazdıklarını hakikaten dikkate alacağım.Evet bir yerlerden başlamak lazım..."

Ve başladım da, ortaya ilk olarak bu blog çıktı.Dürüst olmam gerekirse bügüne kadar hiç günlük tutmadım.Yazmak nedir bilmezdim.Sadece orta okulda kompozisyon dersleri olurdu orada yazardım.Fakat çok düşünürdüm.Gecenin sessiz saatinde, kimsenin olmadığı bir ortamda.Saatlerce düşünürdüm.Ne bileyim her konuda düşünürdüm işte.Olayları kendimce yorumlardım.Belki kendimi böyle rahatlatıyordum.

Beyaz Tavşanı ( Çağdaş Abiyi ) okudum.İyi ki okumuşum.O zaman anladım ki benim "boş yere can sıkıntısı" gibi bir lüksüm olamaz.Belki o gün anlayamamıştım neden canımın sıkıldığını.Ama şimdi çok iyi anlıyorum.Zahiri göntüye takılmış,mutlak gerçeği unutmuşum.Evet bu dünyanın yalan olduğunu bile bile...

Şimdi neden mi yazıyorum? Yazdıkça gelişirsin,geliştikçe yazarsın.Bu saatten sonra da bırakmam,bırakamam.Çünkü bir kere yazmanın tadını aldım.

Teşekkürler Çağdaş abi.Şükürler olsun Allahım...

Dümenin başında kim vaaar ?

on 15 Şubat 2009 Pazar

Bu denemeyi filme gittikten sonraki gün yazmaya başlamıştım.Ellerim düşüncelerimin hızına yetişemez duruma geldi ve tıkandım.Düşüncelerimi toparlarım umuduyla bir ara vereyim dedim.Tesadüftür ki takip ettiğim Çağdaş abi de filmi örnek göstererek bir yazı yazmış.Bu nedenle yazısını benden önce yayınladığı için yazıyı bırakmıştım.İlk bakışta bu beni üzmüştü daha sonra fark ettim ki iki farklı kişiden filmden çıkardığımız gözlemler.Böylelikle aradan bir ay geçmiş.Yeni yazı yazacaktım ama baktım ki bu yazım garibim yarım kalmış bari bunu tamamlayayım dedim.Yalnız okumadan önce çağdaş abi ne yazmış bir göz atın.(okumak için tıkla)

Ders çalışıyordum ve canım sıkıldı.Aklıma da bir konu geldi ben de yazmak istedim.Gittiğim filmden de etkilenmedim desem yalan olur herhalde :D.Filmin konusu şöyleydi:
"Hayatında herşeyi red eden ve hayır kelimesiyle bütünleşmiş bir adam vardır.Bu şekilde sıkıcı ve monoton yaşarken bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı ona bu sıkıcı hayattan kurtulmasını söyler ve bir seminerden bahseder.Adamımızın bir kabus görmesiyle hayatı değişir.O seminere gitmeye karar verir.Orada bir anlaşma yapar ve artık herşeye koşullsuz şartsız evet demeye başlar.Ardı arkası kesilmeyen olayların içine kendini atmış olur.Bütün hayatı değişir.Artık hayatı bir komedi furyasına dönüşmüştür.Arkadaşları bu durumu kendi lehlerine kullanırlar,kendi karekteriyle tamamen zıt birisine aşık olur...."
Evet burda keselim.Çünkü filmden örnek vermek istediğim noktaları anlattım.

Değinmek istediğim noktalar şunlar:
Kahramanımızı; hayatını otomatik pilota bağlamış,dış dünyaya kendini tamamen kapamış bir rotasız kaptana benzettim.Evet hayatta hiçbir hedefi yoktu ve amaçsızca yaşıyordu.Çevremizde de rotasız kaptanlar çoğunlukta değil midir? Herkes otomatik pilotta...Neden kimse dümenin başına geçmek istemiyor? Ya da ne için korkuyoruz ? Kendimize göre çoğumuzun bu sorulara verilecek doğru ya da yanlış bir çok cevabı vardır.Eminim bunların bir çoğu da bahanelerden ibarettir...Evinin içine kapanmış birşeyler yapmak isteyipte hiçbir şey yapmayan tipler çoğalmadı mı etrafımızda?

Hikayenin devamında kahramanımız seminere gidiyor ve herşeye koşulsuz şartsız evet diyor.Bu durumda da dümenin kontrolünü tam eline geçirememiş yarı otomatik pilot konumunda.Yani her şeyin farkında ama kendini tamamen olayların akışına bırakıyor.Yaşadığı hayat tamamen kendi kontrolü dışında.Filmdeki kadar abartılı olmasa da bizler de böyle değilmiyiz.Hayatımızın dönüm noklatarında kendi kararlarımızı almak varken neden başkalarının yönlendirmesiyle hareket ediyoruz?Böyle yaparak kendi içimize set üzerine setler çekiyor ve başklarının iradesi altında yaşamaya başlıyoruz.
Şimdi hooop kardeşim dur bakayım orda! Dümenin başına geç ve hayatının kontrolünü eline geçir.Kendi rotanı çiz.Set çekmeye değil set yıkmaya bak.Sen setleri yıktıkça hayatın fırsatları da yavaş yavaş ayağına gelecek...

Ne duruyorsun hala, hadi başla!!! :)

Radyo programı tadında

on 11 Şubat 2009 Çarşamba


Hey! Heeeey! Hey! AAAAAy aaaay aaay aaaaay! Sizlere buradan yeni yine yeniden merhabalaaaaaaaar ! (Alkış) Aaaa efendim utandırıyorsunuz beni.Alkışlamayın aaa lütfen arkadaşlar yapmayın.Aaa olmuyo bak kızmaya başladım.Alkışlamayın dedim len aaaa bir şeyi de abartmayın kardeşim yaaa.Normal yurdum insanı işte. :) (kahkahalar= eheuhuehe hahaha)

Efendim bu gün yazacağım (sizin okuyacağınız) konu birilerinin biraz canını sıkabilir.Eminim bu konuya katılmayacak bir çok arkadaşım da olacakdır.Evveeet konuya giriyorum sıkı durun kemerlerinizi bağlayın. :) Bildiğiniz gibi hergünü özel kılmakta üzerimize yoktur.Her güne olmasa bile belirli günlere bir kulp bulmuşuz bulmuşlar bulurlar. :D İlkokuldan da hatırlarım belirli gün ve haftalar diye bir dergi olurdu.İşte taaaaa ilkokulda beynimize kazımış oldukları; yok efendim amcalar günü, yok efendim teyzeler günü, yok neymiş babalar günü,anneler günü,öğretmenler günü,altın günü :) onun günü bunun günü dünü bugünü karıştırır olduk (kahkahalar=eheuheheuhe hahaha hhihihi)
Gel gelelim bir gün vardır ki Allahımmmm yarabbim sabırrrr
(Bir an için sesizlik ve derin bir oh çekiş) :)
Sevgililer günü...Bu ne gündür be kardeşim.Büttttüüüün önceden programlanmış kendini insan sanan robotlar,aynı gün bir restorana,kafeye her hangi bir yere işte toplanır birbilerine hediyelerini verirler.Bende soruyorum bu arkadaşlara yılın diğer 364 günü napıyorsunuz :) Muhabbetlerini düşünsenize :

"Hanimiş benim böcüğüm agucuk gugucuk amanın amanın yesinler sevsinler.Sana bir sürprizim var."

Sanki bilmiyormuş gibi utanmadan birde sorar

"Neymiş neymiş çabuk söyle."

"Sana ayıcık aldıııııımmm (ehiehiehi)"Salak bir gülümseme

"Yaaaaa aşkooooom bi tanesiiiiiin.Benimde bi ayıcığa ihtacım vardı kendimi hayvan olarak çok yalnoz hisediyodoooooom" (haaahaaaytttt bunun sonu hiç hayra alamet değil burada keselim) :D

Yahu arkadaşım siz kenidinizi bu günde nasıl rahat hisediyorsunuz hayret.Herkezle aynı günü kutlamak biraz abes değil mi sizce? Sanki topluca benim sevgilimle geçirdiğim zaman kutlanır gibi gelir bana, bu yüzden kendime bu günde dışarı çıkma yasağı koyarım çıksam bile sevgilimle olmayacağım kesin :)
Birde bu işin hediye boyutu var.Kendini şartlandırıyosun hediye alıcam diye ondan sonra ortaya saçma sapan görüntüler...Kendini kasma arkadaşım bu kadar.Senin günün, bügün(14 şubat) olmasın.Senin günün başka bir gün olsun.İçinden geldiği gibi davran,içinden geldiği gibi hediye al. Koyuver gitsin yaaaa! (zaaaart! fazla kaçırdık bu sefer :) ) Amman fazla koyuverme altına kaçırırsın (eheuhu ehe )
Ekonomi canlansın diye cin fikirli bir esnafın iş adammının bulduğu bir olay helal olsun adama.Valla gidip elini sıkıcam bu günü kurgulayan adamın :).Hadi bakalım bize yol gözüktü. Adamı bulmaya gidiyorum.Kalın sağlıcakla.Bu yazıyı okuyan ve yorum yazan,yorum yazmak isteyipte yazmayan arkadaşlara teşekkürü bir borç biliriz.Gözlerinize sağlıııkkkkkk! (bir jenerik müziğiyle kapanır) :)