Beğendiğim bir yazı!

on 19 Mart 2009 Perşembe

Çok yoğun bir hafta geçirdiğim için blogumu aksattım.Malumunuz,şehir dışından gelen arkadaşlarla,üniverste arkadaşlarıyla buluşacağım derken arayı uzatmışız.Blogu açtığımda bana çok kızdı."Nerdeydin sen?Çok yalnız bıraktın beni?"
Patlamak için bekleyen bir volkan gibiyim.İçimde o kadar çok şey birikti ki yazmam lazım.E hemen işe koyulalım o zaman.Şu an yazacağım bir başkasından alıntı.Blogu ilk açarken alıntı yapmamaya karar vermiştim.İnsanların ahvali üzerine de yazacaktım fakat vakti zamanında zatın biri çok güzel bir şekilde yazmış.Benim de hoşuma gitti paylaşmaya karar verdim.Belki başka yerde de okumuşsundur.
Aslına bakarsan olayın tetikleyicisi de ablamdır.Eski ders kitaplarını karıştırırken lise yıllarında yazmış olduğu kağıdı bulmuş.Yazı onun da hoşuna gitmiş herhalde, o zamanlar bilgisayar neyim de yok hemen kağıda karalayı vermiş :D
Efendim yazıyı yazan A.Kanevski diye bir zat, daha önce hiç duymadım duyanınız vardır belki.Bakalım neler karalamış bu zat-ı muhterem.

İşaretler
Bir gün insan "virgül"ü kaybetti.O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı.Cümleleri basitleşince,düşünceleri de basitleşti.

Bir başka gün "ünlem" işaretini kaybetti.Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.Artık ne birşeye kızıyor ne de birşeye seviniyordu.

Bir süre sonra "sor işareti"ni kaybetti ve soru sormaz oldu.Hiç birşey ama hiç birşey onu ilgilendirmiyordu.Ve ne evren,ne dünya,ne de kendisi umrundaydı.

Bir kaç sene sonra "iki nokta üst üste" işaretini kaybetti ve davranış sebeplerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.


Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız "tırnak işareti" kalmış kendine has tek bir düşüncesi yoktu,yalnız başkalarının düşüncesini tekrarlıyordu.

Son "nokta" ya geldiğinde düşünmeyi ve okumayı unutmuş durumdaydı.

A.Kanevski

Ne güzel de açıklamış değil mi? Herkes tek düze hayat yaşamaya başlamış herkes birbirine benzer duruma gelmiş.Size tek bir sorum olacak: Farklı fikirleri mi yönetmek daha zordur yoksa aynı fikirleri mi? Yorumu size kalmış...

Düşündüm ki...

on 7 Mart 2009 Cumartesi


Bir sonraki yazım ne hakkında olsun diye düşünüyordum.İşin aslı yazacak o kadar çok konu var ki,o sonsuz düşünce denizinin içinden kelimeleri yakalayıp bir araya getirmek marifet.Denizin içinde kelimeleri yakalamak için çırpınırken en sonunda birini tuttum ve baktım ki "düşünce" çıktı.Blog adresim de "olası düşünce" olunca artık bu konu hakkında yazmak gerektiğini düşündüm.Her düşüncenin bir olasılığı vardır diyerek konuya giriyorum :D

Düşünmek,felsefenin anası babası herşeyi.Öyle ki Aristo,hayvanlarla insanların arasındaki farkı anlatmak için "İnsan düşünen bir hayvandır." demiş ve tartışmaları başlatmış.
Doğru açılardan bakmasını bilirsek doğru bir söz söylemiş.Aslında Decartesin şu sözü olayı kısaca özetler nitelikte:"Düşünüyorum öyleyse varım."

Düşünmek gibi bir kabiliyetimiz olmasaydı içgüdülerimizle yaşamımızı devam ettirirdik herhalde.O zaman hayvanlardan ne farkımız olurdu ? ;)
Düşünce nedir?Açıklaması zor ama düşünce hem somut hem de soyuttur.
Soyuttur elle tutulamaz,somuttur tam olarak gözle olmasa da görülür.Somuta örnek verirsek;gördüğümüz rüyaları nasıl olur da gözümüzle görmediğmiz halde herşeyi net ve belirgin bir biçimde anlatırız? Sonuçta rüyalarımız da düşüncelerimizin bir parçasıdır.Kitaplarda anlatılan olayları gözümüzde canlandırarak okumazmıyız?

Biraz felsefe yaptıktan sonra anlatmak istediğim hikayeme geleyim:
Dersten çıktım.Eve gitmek üzre otobüse bindim ve arkaya oturdum.Otobüs hareket etmiş ben farkında değilim, düşünce vadime dalmış geziniyorum.Birden fark ettim ki otobüs kalabalık ama bir o kadar da sessiz.Sonra insanların yüzlerine baktım,kimisi okuldan,kimisi işten,çarşıdan,pazardan gelmiş otobüse binmişler.Günün yorgunluğundan olması gerek herkeste derin bir sessizlik.Böyle insanların düşünceli hallerini incelerken aklıma Mel Gibson'ın oynadığı Kadınlar Ne İster? filmi geldi.Bir an için onun yerinde olmak istedim.Otobüsteki bunca insan ne düşünüyor diye merak ettim.Yalnız filmdeki gibi sadece kadınların değil, herkesin düşüncesini istediğim zaman okuma fikri gerçek dışı olsa da başladım düş peşinde koşmaya...
"Gerçekten de herkes birbirinin düşüncesini okusaydı dışarılarda gezen dolaşan insan bulamazdık.Herkes bireyselleşir aile diye bir kavram olmazdı."diyerek herkesin düşüncesini okuma fikrinin iyi olmadığı kanaatine vardım.Herkesin düşüncesi kendine efendim. ;)

*****
Uzun uzun düşünelim.Hayal dünyamızı geniş tutalım.Ne işime yarar demeyin.Küçük bir örnek verirsem:Banka, hastane vb. gibi yerlerde insanlar can sıkıntısından bunalırken sen kendi düşünce okyanusunda sıkılmadan yüzersin.

Notçuk:Düşünme kelimesini 23 defa yazmışım.Bunula birlikte 24 :D Yazım sağolsun bloguma slogan da buldum "Her düşüncenin bir olasılığı vardır."

Ömrümün son demine kadar...

on 2 Mart 2009 Pazartesi


Serin bir haziran akşamında hayatımın anlamıyla birlikte güneşin nazlı nazlı batışını izliyorduk.Hani küçük çocuklar anneleriyle birlikte biryerlere giderler de eve dönme vakti geldiği zaman "Anne biraz daha!Anne biraz daha kalalım!"derler ya,işte öyle dermişcesine batıyordu güneş.Gitmek istemiyordu işte...
Bu hüzünlü batışı seyrederken geçmişin içinde buldum kendimi.Bundan otuz sene önce tanıştığımız gün geldi aklıma.Ben o zamanlar yerinde duramayan bir delikanlı, "O" ise bütün masum güzelilği ile çevresine tılsım saçan bir peri...

İşim gereği Ankaraya gitmiştim.Bir lojistik şirketinde çalışan, o şehir senin bu şehir benim dolaşan bir gençtim.Yapmam gereken işlerimi erken halletmiş akşama şehirden ayrılmak üzre otobüs biletimi almıştım.Saat daha erkendi.Otobüsün kalkış saatine daha çok vardı.Bu nedenle biraz gezip dolaştıktan sonra Kızılayda kendini pek belli etmek istemeyen nezih bir kafeye girdim.Vaktimi dolduruyor,çarşıda dolaşırken aldığım kitabı okuyordum.Birden kapı açıldı ve içeriye biri girdi.Bütün ağır başlılığıyla karşımdaki masaya oturdu.Ben donup kalmıştım,elimdeki kitabı unutmuş ona bakakalmıştım.O ana kadar, o zamana kadar hiç böyle birşey olmamıştı.İçimde birşeyler kıpırdıyor,içim karıncalanıyordu.Beğendiğim birisiyle bügüne kadar gidip konuşmuşluğu olmayan ben,böyle birşeye cesaret edemeyen ben...İçimde birşeyler değişiyordu, ilk görüşte aşk mıydı bu?Aşk dedikleri şey bu muydu?Birden bütün cesaretimi toplayıp o zamana kadar hiç yapmadığım şeyi yapmaya karar verdim.Ne kaybederdim ki üç saat sonra otobüsüm kalkacaktı nasıl olsa."Ne diyecektim,yanına gidip ne söyleyecektim.Beni red eder mi?Red ederse ne yaparım?Unutur muyum, unutabilir miyim?"
Kafamda bütün bu düşünceler yanına gittim.
-"Merhaba.Ben Mehmet."
Kafasını hafifçe yukarı kaldırdı,yüzüme baktı ve gülümseyerek.Cevap verdi:
-"Merhaba."
Bir başka merhabaydı bu ne istiyorsunuz dermişçesine.Bütün heyecanımla devam ettim:
"Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim.Böyle birşey yaptığıma ben de inanamıyorum."
Karşılık verdi:
-"Neye inanamıyor muşsunuz?"
Birden afalladım.Ne diyeceğimi bilemedim.Bu bilinçsizliğimin içinde lafı fazla uzatmadan:
-"O kadar hoş o kadar güzelsiniz ki bu güzelliğiniz karşısında büyülenmemek elde değil.İlk defa hiç tanımadığım birisinin yanına gelip içimden geçenleri söylüyorum, işte buna inanamıyorum."
Cevap verdi:
-"Kendiniz söylediniz, beni tanımıyorsunuz bile..."
Cümlesini tamamlamadan araya girdim,bu "bile" nin arkasından red cevabı geleceğini biliyordum çünkü.
-"Haklısınız sizi tanımıyorum bile az önce kendim söyledim.Fakat,fakat..."
Sözler boğazıma düğümlenmişti.Haklıydı ikimiz de birbirimizi tanımıyorduk.Bir bayan için böyle birşeyi kabul etmek büyük bir cesaret gerektirirdi.
Yüzüme baktı:
-"Fakat?"
-"Beni anlayın lütfen.Bütün cesaretimi toplayıp yanınıza geldim ve size duygularımı açtım.Bügüne kadar hiç yapmadığım bir şeydi bu.Doğru birbirimizi tanımıyoruz,bunu kabul etmek bir bayan için de büyük bir cesaret gerektirir.Bir şans verseniz..."
Kabul etmeyeceğini anlmıştım.Otobüs saatim de yaklaşmaktaydı.Ayrılmak zorundaydım ve son bir umutla:
-"Bu kartvizitim.Düşüneceğinizi kabul ediyorum.Gitmek zorundayım,sizi rahatsız ettiğim için tekrar özür dilerim.Son bir şey isteyebilir miyim sizden?"
-"Buyrun."
-"Lütfen bunu bana çok görmeyin, isminizi öğrenebilir miyim?"
Bütün o zarafetiyle gülümseyerek:
-"Ayla"dedi.
-"Teşekkür ederim,teşekkür ederim."diyerek ayrıldım yanından.Gitme vakti gelmişti.İşim gereği yine bir başka şehire gitmek üzre ayrılıyordum Ankaradan.Ayrılıyordum ama ayrılmak gelmiyordu içimden.O gün şehri bir başka sevmiştim işte, hep sevecektim.

Aradan dört beş gün geçmişti, Bandırmadaydım.Aklımdan bir türlü çıkaramıyordum Ayla,Ayla,Ayla...Küçük bir umut vardı içimde:"belki düşünür de kabul ederse ömrümün son demine kadar beraber olcağım."İçimde hep bu düşünce...
Umutlarımın tükendiği bir günde bir ömür boyu saklayacağım o mesaj geldi:
"Merhaba.Ben Ayla beni hatırladınız mı..."

Böyle başlamıştı bizim hikayemiz...

*küçük bir not:Bu hikayeyi bir arkadaşımın hayatından esinlenerek yazmaya çalıştım.Hikayede geçen kişi,olay ve yer isimleri tamamen hayal ürünüdür.Can dostuma... ;)